"İnsan memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan! Ama biz biliriz ki bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı orayı sevmektir. Burayı seversen, burası dünyanın en güzel yeridir. Ama dünyanın en güzel yerini sevmezsen orası dünyanın en güzel yeri değildir!"-Vizontele
"Memleket Sevgisi" konulu şu yukarıdaki paragraftan daha iyi anlatan birşey olmamıştı kanımca bugüne kadar gençliğimizin geçtiği yerleri sevmemizin sebebini.
Nereden başlasam bilemiyorum! Yıllardır İstanbul'da yaşıyor olmama rağmen her gittiğimde biraz daha bağlandığımı hissediyorum Tarsus'a. "Ulan burada sevilir mi?" diyenlere de hak vermiyor değilim. Gerçekten hiçbirşey yok benim doğduğum yerde! İnsanlar gittikçe öküzleşmişler geçtiğimiz yıllar boyunca. Zaten belirli dönemlerde yapmış olduğum ziyaretlerde de gözlemlemiş ve belirtmiştim bu mevzuyu ama tekrar belirtmekte fayda var. Tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama Tarsus insanında değişmesi gereken birşeyler olduğu kesin.
Hayatın ucuz olması gibi geyiklerden bahsetmeye gerek yok artık. Dikkat çekilmesi gereken bir diğer noktaya parmak basacağım. İşsizlik! Gerçekten ama gerçekten hat safhada. Büyük şehirlerde kapansa insanların umurunda bile olmayacak birkaç orta kapasiteli fabrika Tarsus'ta kapanmış ve inanılmaz bir şekilde şehrin ekonomisini direkt olarak etkilemiş. Yani hayatın çok ucuz olduğu yerde aslında kısıtlı da olsa bir gelir elde etmek gerçekten zor olmuş. Böyle bir durumda her ne kadar Tarsus'a geri dönmek ve civardaki büyük yerleşimlerden birisinde bir iş bulup hayatımı devam ettirmeyi içten olarak istesemde, sanırım bir sonraki kariyer zıplamamı o bölgede gerçekleştirmem biraz zor olacak.
Karlar eriyince şelalenin suyunun debisi de bir hayli artmış. Yani öyle bir artış ki, o lisede çözdüğümüz problemlere konu olan ama bir türlü dolu olarak verilmeyen meşhuru havuzu bile alttaki musluğunu boşalttığı sürenin 1/4'ünde dolduracak debide bir su akıyor. Varın gerisini siz hesaplayın!
Şelale restoranın kavurması kendisini birkaç kademe daha ileri götürmüş. Et ve türevlerinden yapılan yemeklerin sırrını açıklıyorum buradan; hiçbir sırrı yok! Herkes aynı güzellikte et yemeği yapabili bence. Dikkat edilmesi gereken ana nokta etin kalitesi. İstanbul'a ne yazık ki sebze ve meyve tarzı besinlerin kalitelileri seçilip gelirken, aynı özelliği et konusunda bulamıyoruz. Anadolu'nun dağlarında özenle otlatılan, etinden-sütünden yararlanılan küçük baş hayvanlarımızda görünen kalite İstanbul'da halka satılan etlerde pek az görülüyor. Buda İstanbul'un et yemeklerinde görünen tadı ciddi anlamda düşürüyor. Ciğercilerden konu bile açmıyorum!
Garip olayların gerçekleştiği de bir gerçek artık Tarsus'ta. Ben lisede iken o kadar çok intihardır, cinayettir olayları yaşanmazdı. 2009'un başından bu yana birçok cinayet, cinayete teşebbüs, bir kere kahve taranması, bir kere çocukların organ mafyası tarafından kaçırılması, bir kere soda şişesinin bir fantezi öğesi olarak kullanılması olaylarını hatırlıyorum. 2 ton at etinin yakalanmasını da hatırladıklarım listesine ekleyebilirim! Burada göçün etkilerini inkar etmek ise ne yazık ki naiflikten öteye gidemez! Eskiden böyle şeyler olmazdı.
Tarsus'a ilişkin söylemek istediklerim şimdilik bu kadar ve bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemiyorum. Rahat verin bir!
Şimdi gelelim işin "Hafta Sonu" boyutuna.
Ya bu Gülhane Parkı İstanbul'un bir portresi sanki Pazar günleri. Türlü türlü insan var. Arkada ıslık çalıp, sağı solu rahatsız eden mi dersin? Minnak çocuklarıyla parkta yürüyen aile babaları mı dersin? Kız arkadaşı ile el ele yürüyen yırtıcı forvet saçlı apaçiler mi dersin? Hani vardır ya emo saç kesimli, böyle karşıdan baksan normal saç gibi görünür ama arkasında Rapunzel misali bırakılan kuyruk! O nedir lan? Kimse söylemiyor mu bu elemanlara böyle bir saç kesimi olmadığını? Anlamıyorum. Ya o saça sahip çocuğun elinden tutan kıza ne demeli? Yetkim olsa 20 kilo muzu bir kerede yediririm o kıza. Kabız olsun ölsün!
Sürekli alıntı yaptığım son zamanlarda bir kitap var. Cezmi Ersöz'ün! Karma onu bitirmemi istemiyor olacak ki kitabı unuttum. Ama kararlıyım, bitecek o kitap! Mesela Gülhane Parkı'nda işte çimlere uzanıp rahatça kitap okuyabiliyorsun. E daha ne duruyorsun?
Hepimizin nargile kavramını sevdiğinde hem fikiriz artık. Çorlu'lu Ali Paşa Medresesi, nargilenin tadı bakımından açık ara fark etmış tüm Türkiye'ye. Çay ucuz, kahve ucuz. Ne istersen sadece o geliyor! Kebap konusunda da, güvenilir bir kaynaktan, bir gurmeden, aldığımız habere göre gayet başarılı! Kalk git şuraya! İçerken yalnız dikkat et yanına öksüren tıksıran bir adam gelmesin. Bize denk geldi! Adam öksürerek 1'den 1000'e kadar sayabiliyordu. Sanırım hepsi öksürme değil bir kısmı da uzaylı arkadaşları ile gerçekleştirdiği bir çeşit iletişim olmalı. Ulan insan olan o kadar öksürür mü lan? Durmadan si bemol verilir mi be arkadaş?
Bu öksüren adama takılmamın sebebi yine çocukluğumda yatıyor. Seneler önce Tarsus'taki ilk evimizde ben daha çocukken, uykumda garip sesler duyardım. Önce garibime gitmedi, rüyadır dedim kendi kendime! 5 yaşında bu bilinçteydim yani. Sonra baktım ki, rüyalarımdan gelmiyor bu ses. Hatta bu sesin geldiği bir kabusta değildi. Şüphe olayı çok önemlidir, merakını yenen insandan ise sıkıcısı yoktur bence! "Lan bu ses ne ayak?" diyerekten bir gece uyumadım ben. Bak tekrar diyorum 5 yaşındayım, yoğun derecede Müfettiş Gadget izliyorum. Evdeki sesleri dinlemeye başladım. Gecenin ilerleyen vakitlerinde bir ses geldi. Hemen alarma geçtim ve sesi takip etmeye başladım. Babamdan geliyordu ses. Horul horul uyuyordu Avusturya-Macaristan Arşidükü. İçimden geçirdim "Ayıp ya! Oğlun geceleri uykusuz sen osura osura uyuyorsun!".
Bir gariplik vardı ama. O ses, o duyduğum garipten ses, babama ait değildi! Gizem yine çözülememişti. Tam sızmaya yakın, gecenin daha da ilerleyen vakitlerinde, o ses kulağımı çınlattı tekrar. "Şimdi seni ben..." diyerek kalktım koltuğumdan, Leon gibi koltukta uyuduğumu da ekleyeyim, yürüdüm balkona sesin geldiği yere doğru. Aldım sopayı elime, kafamda bere gözümde gözlük Leon gibiyim dedim ya, açtım balkonun kapısını "Ulan!" dedim. Baktım balkonda boş. Vay babayın kemiği! Meğer ses karşı evde oturan Kamber Amca'dan geliyormuş! Adam öksürmüyor eriyor bitiyor resmen. Ya bu Terminatör 2'de en sonda T-1000 eriyor ya hani işte öyle garip sesler. Ne manyak bir hikayedir bu? Tüylerim diken diken oldu yine. O günden sonra işte her sabah Kamber Amca ile uyandık. Pazarlara onunla merhaba dedik, geceleri ise onunla uykuya daldık yada ondan öncede öyleydi ve ben farkında değildim. Böyle bir hikaye işte!
O değil alkol mevsimi yavaştan açıldı. Hava çok güzel son zamanlarda. Haftasonu yalvarıyorum gezin lan! Yürüyerek gezin ama. Çok zevkli. Bak yapıyorum ondan tavsiye ediyorum. Sonra "Bize söylememiştin ama!" olmasın.
Çok uzattım sanırsam. Hadi görüşürüz.
Oturan Göbek
O değil alkol mevsimi yavaştan açıldı. Hava çok güzel son zamanlarda. Haftasonu yalvarıyorum gezin lan! Yürüyerek gezin ama. Çok zevkli. Bak yapıyorum ondan tavsiye ediyorum. Sonra "Bize söylememiştin ama!" olmasın.
Çok uzattım sanırsam. Hadi görüşürüz.
Oturan Göbek