Uzun zaman oldu yazmayalı. Birşeylerin birikmiş olması gerekir normal şartlar altında ama birikmedi. Sebebi de belli değil demek isterdim ama belli!
Bir defter tutmaya başladım. Bunu yapacak adam değilim belki ama evet öyle oldu. 2003’de aldığım çok sade görünümlü bir defter vardı. O zaman alma amacım “Belki bir şeyler yazarım, ne bileyim bir iki not alırım!”dı. Birkaç hafta önce evi temizlerken baktım, onca yıl geçmesine rağmen tek bir harf yazmamışım deftere. Oysa yaşanan çok şey oldu o zamandan bu zamana kadar. Dedim “Üstad, sen bunları deftere yaz en iyisi!”.
İlk iki sayfayı atladım. Üçüncü sayfadan başladım dedim ki; “Bu ilk iki sayfayı ben öldükten sonra hayattaki en eski dostum doldursun!” . Bu yüzden aranızdan bazılarını, ilerleyen zamanlarda iki sayfa yazma sorumluluğu bekliyor şimdiden haberiniz olsun! Olur ya yollarımız ayrılmış, uzun yıllar görüşmemiş veya ne bileyim ben size çok büyük yavşaklık yapmış olsam bile bu defter elinize ulaştığında o iki sayfayı doldurun tamam mı? Kime gelirse yani. Çok heyecanlı lan valla!
Neyse bu işin ciddiyet taşıyan tarafıydı. Biraz güncel olaylara eğilmek gerekirse;
Twilight’ın üçüncü filmi bence ilk ikisinin gölgesinde kalıyor. Jacob yine çok hayvan! Belki vücudu için oskar ödülü bile verilebilir elemana. Yalnız çok net iddia ediyorum, bir yumrukluk bir kafalık işi var. O biçim yere sererim kavga etsek. Gerçi nerde kavga edeceğiz diye düşünmedim değil ama olur ya kavga etsek teke tek, alırım aşağıya.
İstanbul’a ilişkin söylenmiş sözlerden en yaygın olanının “kadınına ve havasına güven olmayacağı” olduğunu bilmeyen yoktur. İlkine güven olmadığı zaten önceki zamanlarda teyit edilmişti. Geçtiğimiz haftalarda ve bugün dahi tasdik edilen şey ise havasına da güven olmayacağı. Bu ne lan? Temmuz’un ortasında sağanak yağmur falan. Temmuz ortasında yağmurdan konser mi iptal edilirmiş arkadaş? Bu nasıl iş anlamadım!
Ben bir gün yolda yürüyordum işte, sonra canım çok sıkılmıştı benim, yürüyordum saçma sapan İstiklal’de. Ulan dedim “Bari 2 ve katlarını hesaplayayım!”. Hesaplamaya başladım işte kafamdan iki ve katlarını. İki üzeri yirmi iki’ye kadar hesapladım. Bak öyle gülüp geçme! Bir noktadan sonra çok zor oluyor devam ettirmek!
Mesela neden Pazar sabahı kahvaltıya çıkayım ki ben? Mis gibi balkon, 9 çeşit kahvaltılığım var. Çıkarsam ayıp olmaz mı?
Sıcağı sıcağına bir yorum yapmam gerekirse Dünya Kupası’na ilişkin, Bursa’nın Türkiye şampiyonu olması oldu ama İspanya’nın Dünya Kupası’nı alması olmadı kanımca. Süper futbol oynamaları ayrı mesele ama ben isterdim ki, finali Güney Amerika takımları nam-ı diğer Brezilya ve Arjantin oynasın. Böylece bugün gördüğümüz gibi sıradan bir maç yerine, atari salonlarında görebileceğimiz bir futbol maçına tanıklık edelim. Olmadı canımız sağolsun. Diğer kupalara nasip olur inşallah!
Hani bazi insanlar kendilerini anlatırken, başkalarının yazdığı yazıları kullanırlar, alıntılar yaparlar ya, bende çok kullanırım bazen onları. Sebebi belli, bazı insanlar yazı ile çok güzel ifade ediyorlar yaşadıklarını falan filan. İşte böyle yazılardan birisini paylaşayım dedim bu postda. Rengin Soysal’dan gelsin.
“Kimilerinin dilekleri vardır, kimilerinin planları.’hayat hiçbir zaman haykırışlara yanıt vermez.’,bunu bilseler de kendilerine karşı boyunlarını eğmez birinciler; diğerleri emellerini ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek için, bir satranççı gibi soğukkanlı, hesaplarlar hamlelerini, başkalarıyla piyon gibi oynamaktan çekinmeden.
Ve zekalarıyla mağrur, bütün istediklerini elde etmek için satranç tahtasında bir ‘taş’ diye baktıkları insanları umursamadan yürürken, hiç kimsenin onların oyunlarını anlamadığını zannederler. Ya da bir ‘taş’ı kırmayı önemsemezler, mühim olan kazanmaktır çünkü; iyi yaşamaktır, dünyaya bir kez gelir ama, görmezler.
Bir defa olsun, kendilerine dışarıdan bakmayı deneseler, her seferinde kendi ‘haklılıklarına’ inanmak için, hatalarıyla yüzleşmemek için mazeretler bulmaktan vazgeçseler; gerçek değerin güçte, parada, şöhrette, yetenekte değil; ‘öz’de olduğunu kabul etseler, herkesle oynarken aslında bir ‘oyuncağa’ dönüştüklerini de fark edebilirler belki. Yoksa bir ‘android’ bile çözebilir sırlarını, mahçup olmazlar mı?
Ne tadını çıkarmak ayıptır hayatın, ne aşık olmak ne de başarıyı arzulamak. Ancak bunları nasıl yaşadığınız belirler kıymetinizi; zerafetten yoksun, egoist, umursamaz davranışlarınızla başkalarını küçük düşürürken sizin de küçük düşeceğinizden korkmaz, duygularını hiçe sayıp yaraladığınız insanları düşünüp azıcık yaralanmazsanız ihtimal bir şeylerin eksildiğine de aldırmazsanız, sizin eksildiğinizi görmekten üzülenler haykırırsa bazen yine onları suçlarsınız.
Sizin için hayat budur çünkü. Kurallarına göre oynamak gerekir. Öbürleri kaybedenlerdir!
Schopenhauer’in sözlerinde özetlenen:
‘VERDİĞİ SÖZÜ TUTMUYOR HAYAT; TUTSA BİLE ÖZLEDİĞİMİZ ŞEYİN ÖZLENİLMEYE DEĞER OLMAKTAN NE KADAR UZAKTA BULUNDUĞUNU GÖSTERMEK İÇİN YAPIYOR BUNU… BİR ELİYLE VERDİĞİNİ, ÖTEKİ ELİYLE ALIYOR.’”
Benden uyarması, yazıyı beğenir sağa sola gönderirsiniz falan eğer yukarıda bahsi geçen insan gibi olmayacaksanız gönderin sağa sola. Bundan eminseniz yani. Sonra nasıl yüzüne bakarsınız ki insanların?
Neyse lan uzatmayayım yine! Hadi öptüm.
Oturan Göbek