Daha önce dediğim gibi; tavuk gider boku da beraberinde gider!
Yağmurda yürümenin, her ne kadar birkaç dakika içerisinde pastırma kıvamına gelinse de rahatlatıcı bir durumu var, “Yağmurda yürünür mü lan?” diye soran bir insanın bile bir kere denese zevk alacağı. Yalnız abartmamak mantıklı olabilir kanımca. Şemsiyelerin, yağmurlukların kifayetsiz kaldığı yağmurlar varmış onu anladım. Ama yinede güzel bir yanı var bu tarz yürüyüşlerin.
Geçen hafta bir hamburger yemişim, o kadar güzel o kadar tatlı bir hamburger zor bulunur. Paylaşmıyorum ama nerede yediğimi. Gitsin bulsun sevenler.
Harrison Ford’lu “Kaçak” filminin artık TV’de yayınlanması yasaklanmalı bence. Bir ara dizi zannetmiştim ben onu. Farklı kanallarda aynı haftada 3 kere izlemiştim.
Yağmur olunca taksi kullanmak kaçınılmaz oluyor. Yine geçen hafta taksi ile eve giderken, bir binanın zemin katında “Aldırma Gönül” şarkısı ortalama yaşları 10 olan bir öğrenci grubu tarafından adam başı birer büyük rakı devrilmişçesine büyük bir efkarla söyleniyordu. Temsil tarzı bir şeylerdi sanırım aktivite ve başlarında öğretmenleri de vardı. Şarkının sözlerde şu dizeler yer alıyor “Kurşun ata ata biter, mapus yata yata biter!”. Işıkta durunca binanın önünde çocukların bu dizeleri daha bir baskı ile söylediklerini gördüm. “Noluyor lan!” dedim kendi kendime. Nereye gidiyor bu memleket anlamıyorum. 10 yaşında çocukları ağzında “kurşun, mapus…” bunlara benzer kelimeler. Ata’nın yeni nesli emanet ettiği öğretmen buna dikkat etmek yerine, öğrencilerin başına geçmiş onlarla okuyor bu dizeleri. Biraz daha dikkatli olmak gerekir bence bazı konularda yada ben çok hassas davranıyorum. Bir yerde okumuştum balık burcu erkeği oldukça duygusalmış kimi zamanlar. Bu zamanlardan birisindeyim sanırım.
İnsanın sadece yapmış olduğu hatalarından ders alıyor olması sanırım yaradılıştan kaynaklanan en büyük kusuru olabilir. Hiç hata yapmamış olan insanların, hayatı eksik yaşıyor olduğunu düşünmemiz de yine bu olaya dayandırılabilir. Biz yinede fazla bakmayalım geçmişe, sadece oradan çıkardığımız dersler kalsın.
Tanık olduğum en saçma olay, Pi’yi 3 kabul etmek olabilir. Bir gerçek bu kadar çarpıtılabilir! Yuvarlamacı yapıyı bırakmak, hayatı detaylarda aramak gerekir bence. Lakin çoğu zaman küçük detaylardır insanı mutlu veya mutsuz eden. Her ne kadar biz genel olduklarını düşünsekte bunların, özüne inince detay olduğunu anlarız. Yıllardı yemişler bizleri, gençleri ve kendini genç hissedenleri, “Pi’yi 3 kabul ediniz!” diye. Pi’yi 3 kabul edebiliyorsam çemberin yarı çapını neden, misal 5 kabul edemiyorum? Neden “Tüm çemberlerin yarı çapı 5’tir!”diyemiyorum özgürce? Yok arkadaş bundan sonra böyle; “Pi 3!” diyene tepkim sert olacak. Hayat bu kadar mı basit yani?
Kırık hayallerin kıyısında yaşamak! Her gün bir diğeri için!
Motive olmuş insandan daha güzel bir insan olamaz diye sanırım. Yolda yürürken bu tarz insanları gözlemlemek zor oluyor lakin pek az bunların sayıları. Normal yurdum insanı genelde sokakta aylak aylak yürümeyi tercih ediyor. Yürüme aktivitesine dahi odaklanmıyorlar. Genelde sağa sola kaçan bakışlardan anlayabilirsiniz bunu. “En son ne zaman sadece yürümek için yürüdüm?” diye sorsa insan kendine iç huzurunu yakalamak için bir yöntem daha bulacaktır eminim. Çünkü sadece yürümüş olmak için yürümeye odaklanmış bir insan attığı her adımda daha bir huzurlu oluyor. Herkes arada (kesinlikle tek başına) denemeli! Beğenmeyene parasını iade bile ederim bak.
Hani bazı şeylerin sınırı olamaz denir ya, doğrudur! Ama kesinlikle sınırı olan bazı şeyler de var bu hayatta. Mesela sarhoşluk! Ben kendimi iyi sarhoş olur bilirdim. Hani olurum yani fazla kaçırınca. Bağırmalar, çağırmalar, kavga çıkarmalar yok efendime söyleyeyim yeri geldiğinde ilan-ı aşklar… Bunların hepsini yapmışlığım var. Ama hiçbir zaman sınıra dayanmadım. Yanına bile yaklaşamadım. Umarım yaklaşmamda. Evet, sarhoşluğun o uçsuz bucaksız sınırlarının dayandığı çizgi kesinlikle sokak ortasında sızmaktır. Şüphesiz ki; sokak ortasında sızana kadar içenler beyinsizin önde gidenidirler. Böyle birisini gördük M. Ve R. ile cumartesi akşamı. Tokat attık, su döktük, dürttük herif banamısın demedi! Sonra magandanın birisi geldi “Dur abi sen bırak!” dedi ve elemanı serbest düşüş pozisyonunda bıraktı. Eleman da çotank diye gidip kafasını yere vurdu ve kafası yarıldı. “Bu sızmış!” dedi sonrada. Blogumun kamuya mal olmuş bir blog olması sebebiyle bu noktada içimden geçirdiklerimi söyleyemeyeceğim. Fakat şunu bilir şunu söylerim, eğer biz olmasaydık o çocuğa orada her şey olurdu. Herşey ama! İnsanlar nasıl bu kadar duyarsız kalabiliyorlar merak ediyorum yada biz sandığımız kadar kötü insanlar yada daha doğru sorayım soruyu sandığımızdan daha mı iyi insalarız? Nitekim polis gelene kadar resmen elemanın başında bekledik! İlkokulda olsak en azından kurdelalı bir karne alırdık yeminlen!
Sabır kavramı nerede bitiyor insanda? Bilen varsa bana söylesin. Anlık sinirlenmelerim (ki biliyorum çok fazla sayıda var) haricinde başıma iki kere geldiği için sanırım hayatta eksik olduğum noktalardan bir tanesi bu konu olsa gerek. Yani herhangi bir mevzudan, daha doğrusu tekrar eden herhangi bir mevzudan o illallah etme raddesi nedir? Bu konu hakkında neden bir araştırma yok ve sadece din adamlarımızdan duyduklarımızla yetinmişiz bugüne kadar? 1.000 kişi üzerinde test yapılsa acaba sabrın tükenme anı olarak bariz derecede sıyrılacak bir nokta bulunabilir mi? Garip lan bu! Bildiğin garip bir mesele sabır olayı.
Mesela ben hiçbir zaman maskeli baloya katılmam! Yavşakça geliyor bana. Biraz saçma gelebilir ilk duyuşta ama sadece utanacak şeyleri olan insanların birkaç saatliğine de olsa maske takacaklarını düşünüyorum! Ayrıca 1800’lü yılların o yaşantısına, o sosyetikliğine özenti neden? Eyes Wide Shut’da vardı böyle bir sahne; insanlar eğlenmek için mi yoksa utanç içinde taşıdıkları o simaları saklamak için mi maske takarlar diye sorsalar bana “Filmdekiler bence utandıkları için maske takmışlardı!” derim ve eklerim “Ama gerçek hayattakilerin utanacak daha çok şeyleri var! O yüzden onların yapmaları daha normal! Kimi çiftler mesela eğlence için yapar bunu ama kimileri ise kendilerinden utandıkları için sevdiceklerin karşısında bir an için kendi simalarından kurtulmak istedikleri için!”.
Gidişler zordur. Ama kolayda olabilir bazen! Gidiş mevzusunun doğasında var zorluk. Ama gitmeden önce ama giderayak ama gittikten sonra. Gidişlerin kolay olacağını düşünmek ise gaflet ve dalaletten ibarettir. Hıyanet ise çoktan vardır zaten!
Misal bir olay anlatıyorsun çevrendekilere “Sana yakışmaz!” diyorlar. Niye yakışmasın onu anlamıyorum? Anamın karnımdan Mesih mi doğdum ben? Bazen sürekli kendimize toplumun yakıştırdıklarını yapmaktan vazgeçip kendi istediğimizi yapmamız gerekmez mi? Bazen diyorum bak.
İntikam soğuk yenen bir yemektir!
Kendisinin pek bir hayranı olmama rağmen Hoca Efendi(!)’nin bir sözü ile bu postu da bitirelim artık. Yarın iş güç var; "Bugün kendini ifade edemeyenler bir gün mutlaka sinelerindeki heyecan ve ızdırabı çevrelerine duyuracak, şimdilerde hafakanlarla yutkunmalarına karşılık gelince sükûtun o en müessir şiirlerini inşad edeceklerdir."
Hadi öptüm hepinizi.
Sevgiler ve saygılar.
Oturan Göbek