Yaklaşık altı saat sonra Adana uçağında yerim ayrıldı. Neden hala ayaktaysam? Sanırım birşeyler yazma isteği var.
Doğumgünü toplanmacası ile başlayayım. Zevkliydi, güzeldi! Bolca sohbet, muhabbet! Güzel bir hediye. Uzun zamandan sonra aldığım bolca alkol! Dostum Cenk'in kocamanımsı bir su bardağı ile tekila shot yapması (fark ettiğimizde çok geç kalmıştık! :D), Ablam'ın arkadaş ortamımı ilk kez tam olarak tanıması. Böyle güzel bir geceydi benim açımdan.
Erken noktaladım geceyi ama açıkcası değdi! Sorumluluklarımı birkez daha hatırladım. Arada sırada her dostuma gözlerinin içine bakarak "Nasılsın?" sorusunu yöneltmem gerektiğini anladım. Bunu birkaç kez daha tekrarlamam gerektiğini hatta karşımdaki derdini anlatıncaya kadar tekrar tekrar sormam gerektiğini hatırladım. Sanırım aradan ne kadar uzun zaman geçerse geçsin, tam olarak cevaplanamamış sorular kaldığı vakit insanın aklında, hayat bir yerde ilerlemiyor! İnsan erteliyor o tek cevaplanmamış soruyu kendisine sormayı ama kontrol edilemeyen bir anda işler arap saçına dönüyor. Cevaplanmamış sorular bırakmamaya gayret gösterelim hayatta olur mu? Kimsenin sorusunu da cevapsız bırakmamaya çalışalım.
Doğum gününde aldığım hediye bir kitap. Ama güzel bir kitap. Başladım hafiften, ortalarına geldim. Güzel bir ortamda, kuşlarla ve çimlere uzanaraktan. "Oğullar ve Rencide Ruhlar" kitabın adı, Alper Canıgüz ise yazarı! Luşların Evren'in hediyesi kitap, değişik bir mizahi yön taşıyor. Bugüne kadar sinir olduğum durumların çoğuna ise şu ana kadar değinmiş durumda. Bitireyim kitabı sizlere de veririm! Sizde eğlenirsiniz!
Kitap okuyamama sorunumu aştım sanırım tekrardan. Önceki postlarda değinmiştim uzun zamandır bekleyen kitaplarım olduğunu. Hala bekliyorlar ama Evren sağolsun ve daha önce yarım bıraktığım "Beni Asıl Hayat Aldattı" sağolsun tekrardan başladım birşeyler okumaya. Cezmi Ersöz bir bölümünde kitabın nasılda beni anlatmış dedim.
"Fabrikadan eve tek başıma dönerdim. Ama dönerken hep geriye dönüp bakardım, annem çıkıp gelecek mi, ansızın bana sarılıp elimden tutacak mı? diye, ama o gelmezdi...
O zamanlardan kalmış benim ayrılığa tahammülsüzlüğüm, belirsizliklere dayanıksızlığım. Çok beklemiştim, çok ayrı kalmıştım sevdiklerimden. Çok fazla şey beklemiştim hayattan, çok kırılmıştım!"
Bu blogu böyle saçmalamak, oramdan buramdan birşeyler sallayıp eğlenmek ve belki birazda eğlendirmek için açmıştım, ama sanırım herzaman böyle şeyler yazmam mümkün olmuyor. Mesela "Neden bugün böyle yazıyorum?" dediğimde kendime, sanırım sabah okuduğum bir yazı buna sebep oldu. Belki üzerine son birkaç haftadır sevdiğim insanların durumlarını görmem tuz biber olmuştur.
Melih değinmiş zaten blogunda! Yazının tam metnine de yer vermiş. Bir okuyun derim ben Kaan Sezyum ne demiş? Nasıl hissetmiş kendisini?
"Hayatımızın anlamı anılarımızmış..." demiş. En çok ordan etkilendim galiba. Hakkaten, başka neyi gülerek hatırlıyorum ki?
Atmam gereken bir adım var mesela onu bile atamıyorum! Uzun zamandır atmam gerekmesine rağmen! İşte anılar oluyor sürekli ve sanırım bu bana yetiyor. Bu yüzden atmıyorum o adımı sanırım! Amma çok sandım sanırım.
Sanırım şu hafiften başlayan klostrofobi olayı kendini biraz geliştirdi. Bugün ofise bilgisayarımı almaya gittiğimde asansörde baya bir garipleştim. Bir ara 36 bedene düştüğümü sandım. Köşeye sıkıştım ve başım hiç dönmediği gibi, hayır yetmez bugüne kadar hiçbir başın dönmediği gibi döndü ve asansörden kendimi dışarıya zorla attım. Böyle durumlarda yanımda birisi olması gerekiyor galiba. Mübaşir, bu konuyu da ciddi olarak ilgilenmem gerekenler listesine ekleyelim.
"Savaş Sanatı" kitabını 3 kere okuduğumu hatta kitabın yazılışı esnasında danışmanlık hizmeti verdiğimi unutanlar olabilir. Büyük hata yaparlar söyleyeyim buradan! Okuyorsun biliyorum.
Nedense gergin bir post oldu! O yüzden her dinlediğimde sakinleştiğim bir şarkının linkini vererek noktalayayım bu postu. Daha önce linkini verdim mi bilmiyorum. Kulağınızın pasını alsın biraz!
Tarsus'tan neşeli birşeyler yazarım belki. Hadi sağlıcakla kalın.
Sevgiler ve saygılar.
Oturan Göbek
0 yorum:
Yorum Gönder